7 Nisan 2013 Pazar

Gecenin Şarkısı - Eksik Bir Şey mi Var?

Genenin Şarkısını uzun zamandır yazmıyordum. Bu gecenin şarkısı, Yalan Dünya dizisinin çatlak Eylem'i, fenomeni Vasfiye Teyzesi olan Gonca Vuslateri ve Beyazıt Öztürk'ten. Aslında Ezgi'nin Günlüğü'nden bildiğiniz Eksik Bir Şey mi Var?


19 Mart 2013 Salı

En Yumuşak Türk Sanat Müziği Şarkıları

Merhabalar,

Bugün aklıma Türk Musikisinden en zarif bulduğum parçaları sizinle paylaşmak geldi. Beni tanıyanlar bilirki tam bir Türk Sanat Müziği aşığım. Dinlemekle kalmayıp bilmediğim şarkılar öğrenip onları söylemeye de çalışırım. Kulaktan tabiki. Ne yazıkki yok bir eğitimim. Konuya dönecek olursak zarif olmayan Türk Sanat Müziği var mı diyebilirsiniz. Tabiki öyle düşünmüyorum. Zariften kastım burada aslında şarkının yumuşak bir sese ve müziğe sahip olması, dinleyince efkardan ziyade huzurla dolmanızı sağlaması diyebilirim.

İşte benim zarif şarkılarım;

1- Mazi Kalbimde Bir Yaradır: Bu şarkının aslında bu versiyonunu çok seviyorum ben. Cumhuriyetimizin 75. yılı için yapılan konserde kayda alınmış. Batı ve Türk enstrümanlarıyla ne kadar güzel bir kompozisyon çıkarmışlar. Şarkı, Dilek Türkan Aktaşoğlu' na aşık olma sebeplerimden. Şarkının önemli bir yanı da var ki müzik tarihimizin ilk tangosu olması. Necdet Rüştü Efe Tara'nın yazdığı, Necip Celal Andel'in 1928 yılında bestelediği şarkı ilk defa 1932 yılında Seyyan Hanım tarafından seslendiriliyor. Aynı adla bir de dizi filmimiz oldu TRT-1'de yayınlanan. Şarkıcı çocuk Özgür'le Ezel'den bildiğimiz Sedef Avcı başrollerdeydi. Fena değildi aslında ama nedense diziyi erken bitirdiler.


 

2- Sesimi Duy İsterdim: İnce Saz grubunun aslında hemen hemen tüm şarkıları oldukça zariftir. Dinlemesi kolay, aklı yormayan, insanın duygularını ağırlaştırmayan hafif bir tarzı vardır. İşte bu şarkı da sanırım en hafif sese sahip şarkılardan biridir. Hele ki Bora Ebeoğlu muhteşem tarzı yok mu? Oya-Bora grubundan tanıdığımız Bora Ebeoğlu eşi Oya ile birlikte birçok unutulmaz parçayı hayata geçirmiştir.



3- Hasret Şarkısı: Klasik Türk Müziğine aşık biri olarak eğer bir şarkıyı geç keşfedersem çok sinir oluyorum. İşte öyle bozulduğum şarkılardan biri de budur. Seyyan Hanım' ın muhteşem yorumuyla can bulan Hasret Şarkısı (bazı yerlerde Hasret Türküsü diye de geçiyor.). Bu şarkıyla da  Gönülçelen diye bir dizi vardı onun sayesinde tanıştım ne yalan söyleyeyim. Altta paylaştığım hali şarkının asıl taşplak kaydından. Sadece son kısmında şarkıya bir ekleme var anladığım kadarıyla.



4- Fikrimin İnce Gülü: Güftesi kime ait bilinmemekle birlikte bestesi Muallim İsmail Hakkı Bey'e ait olan şarkı da yine en beğendiğim en yumuşak sese ve müziğe ait olan şarkılardan biri. Bestesi o kadar güzel yapılmış ki sözleri sizi efkarlandıracak olsa bile canınızı yakmadan sakin sakin dinleyebiliyorsunuz.



5- 1980: Aslında bu şarkı hep 'Sigaramın dumanına sarsam' diye başlayan ilk mısrayla anılır. Ve aslında bu şarkı Türk Sanat Müziği türünde de değil ama bir istisna yapmak istedim. Mesele Klasik Türk Müziğinde başka zarif şarkının olup olmaması değil tabiki. Nedense bunu paylaşmak istedim. Şarkının ilk seslendiricisi Sezen Aksu olsa da (öyle olduğunu bilmiyordum ama böyle bir kanım oldu internette küçük araştırmalar yaparken) aşağıdaki Eylem Atmaca' nın yorumunun efsane olduğunu düşünüyorum.



Bu liste aslında uzar da tembelliğime verin efendim. Lakin listeme katkıda bulunmak isterseniz memnuniyetle bir ikinci liste yapabilirim.

Sevgiler, saygılar...

Betül.

18 Mart 2013 Pazartesi

Çanakkale İçinde Vurdular Beni

Muhteşem bir klip olmuş gerçekten.

Tıpkı Doğa İçin Çal' a hayran olduğum gibi buna da hayran oldum. Emeği geçen tüm müzisyenlere ve sanatçılara binlerce kez teşekkür etmek lazım bu işi tamamıyla hiçbir çıkar amacı gütmeden, yardım beklemeden, ilgi çekmeye çalışmadan, kendi imkanlarıyla yaptıkları için.

Yalnızca naçizane küçücük bir yorumum olacaktı. 3. dk dan sonra araya güzel bir takım sololar giriyor biraz jazz tadı veren, rock n roll tadı olan. Jazza ilgi duyan ve severek dinleyen biri olarak keşke bu tarz anlamı çok ağır olan bir türkü yavaş ritimleriyle kalsaymış diyorum. Normalde bu tarz güzel işlerde çıkıntılık yapan insanları hiç sevmem. Hatta bu yaptıklarını çok da bilinçli buluyorum açıkçası. Ve kötü niyetle yapıldığına inanıyorum. Ben de yorumumla çıkıntılık yapmış durumdayım farkındayım ancak kötü niyetle değil bu yorum sadece kendi düşüncemi paylaşma çabası. Ama ne bileyim türkünün sözlerindeki ağırlıklarla birlikte gülümseyerek söylenmesi bahsettiğim kısımda büyük bir tezatlık getiriyor.

Siz yine de benim yorumuma kulak asmayın ve bu güzel çalımayı olabildiğince paylaşın. Dinleyin, dinlettirin. Ben sadece kendimce hem bu güzel çalışmayı daha fazla insana ulaştırma amacıyla paylaşıyorum hem de dediğim gibi düşüncemi paylaşıyorum.

14 Şubat 2013 Perşembe

Kadınlar Anlaşılmak için Değil, Sevilmek için Yaratılmış.

Tiyatroya gitmeyi çok seviyorum. Tiyatro çocukluğumdan kalan bir tutku olsa da çokça vakit ayıramadığım için kendime sürekli kızdığım ama içten içe de hep özel bir yeri olduğunu bildiğim bir sanattır benim için. Kışın soba üzerinde kestane pişirmenin zevki gibi sıcak bir zevki var benim için tiyatronun.

New York' tayken dünyaca ünlü Chicago ve Mamma Mia müzikallerine gitmiştim en son. Onları saymazsam eğer son gittiğim (sevgili emre ile gülmekten karnımıza ağrılar girmişti) Türkçe oyun sanırım 2011 yılı Şubatından kalma 'Ne Münasebet' adlı bir oyundu. Adana'ya gelince de hemen özlediğim bir şeyi yapmak istedim. Ne yazıkki Adana' da devlet tiyatrolarına ait tek bir sahne var. Bir de Büyükşehir Belediyesi' nin sahnesi mevcut ancak ne yazıkki bileti internet üzerinden alamıyorsunuz. Mutlaka Büyükşehir Belediyesi' nin binasına gitmeniz gerekiyor bunun için. Kısacası şu an gidebileceğim 4 en fazla 5 oyun var diyebilirim toplamda ki bunlardan 3 tanesi şu an sahnelenmiyormuş. Kısacası geriye gidebileceğim 2 oyun kaldı.





Aslında Adana'da yaşayan bir izleyici yılda yaklaşık 30 tiyatro oyununa gidebilir. Devlet tiyatrolarında ortalama 4 ila 5 oyun oluyor yılda. Nisan ayındaki tiyatro festivaliyle diğer devlet tiyatrolarından ya da şehir tiyatrolarına bağlı sahnelerden yaklaşık 15 kadar oyun geliyor ve 10 gün süreyle Adana seyircisiyle buluşuyor. Adana şehir tiyatrosunda da tahminimce en fazla 2 oyun çıkıyor yılda etti mi size 22 civarında oyun. Eh bir de arada bağımsız tiyatro topluluklarının şehri ziyaret etmesiyle dediğim gibi şehir diğer illere göre tiyatroya doyabiliyor(!). Gerçi tiyatroya doymak için 30 yeterli bir sayı mıdır tartışmaya açık.



Uzattım yine lafımı farkındayım ama gevezeliğimi de kesmek istemedim inatla. Bizim gittiğimiz oyun Kırıkında Sonra,  Alfonso Paso' nun Türkçe'ye çevrilierek sahneye koyulan birkaç oyunundan biri. Alfonso Paso durum komedileriyle bilinen bir yazar. Oyun kıyafetlerle isimlerle tam bir İspanyol havası içinde. Gelgelelim ki o kadar güzel bir uyarlama yapılmış ki isimleri Tevfik ile Melahat yap al sana bir Türk oyunu olsun. :)



Oyun adı üstünde kırıkında sonra, birbirine aşık olan iki çiftin hikayesi üzerine. Romantik komedi türünü siz de benim gibi seviyorsanız oyun tam size göre. Arada da evlilik hayatı üzerine yerinde göndermeler var.



Adana Devlet Tiyartosu tarafından prömiyeri 2 Ocak'ta yapılan oyun, çiçeği burnunda sayılabilir. Zira diğer güncel oyunların bazıları 2 senelik. Kırkından Sonra oyunun oyuncuları ise şöyle; Turgut Bağır, Sevinç Gediktaş, Mazlum Taşkıran, Yeliz Tekman, H. Barış Özkan, Dilek Aslan,  R. Hikmet Çam, Çağla Yeleç.

Tiyatrosuz kalmayın efendim. Hem sanata doyun hem de cebinizden çıkacak cüzi miktarlarla sosylalleşin. Tiyatrolar hala o kadar ucuz ki ülkemizde, devlet desteğini azaltmaya dünden razı bari siz elinizi vicdanınıza koyun.

Not: Başlık oyundan alıntıdır.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Tamara Drewe

Son yazımdaki bahsettiğim alışkanlığım devam ediyor. Film izlemeye aynen devam. Ne güzel bir kafa dinleme yöntemi. Sizinle son izlediğim filmlerden birini paylaşmayı planlıyorum. Tamara Drewe. Filmi Moviemax Festivalde izledim. Zira yayınlandığı yıl 2010' da bir ve izleyen yılda üç ayrı film festivalinde adaylık almış. Evening Standard British Film Ödülleri'nde bir de ödül kazanmış.





Film oldukça keyifli. Sıkıcı Avrupa sinemasına benzemiyor. Neden sıkıcı Avrupa sineması dedim bilmiyorum. Sahi öyle bir kanı vardır değil mi? Ne yazık. Halbuki Tamara Drewe gibi  oldukça keyifli ve göz ziyafeti çeken birçok film olduğuna eminim. Bu tarz filmleri gördüğümde pılıyı pırtıyı toplayıp Avrupa'da bir taş ev bulup üzümlerin arasında şarap işçisi olmayı diliyorum. Hım, hayali bile güzel be.



Neyse Tamara Drewe, filmin baş kahramanı yeni yetme bir yazar genç kız. Yeni yetme olsa da oldukça akıllı ve dişiliğini kullanmayı da iyi biliyor. Yazarlık üzerine, aldatma üzerine, gençlik bunalımları üzerine hoş geçişleri olan bu başarılı komediyi kesinlikle öneriyorum.  Başrolde güzel Gemma Arterton ve Roger Allam. Gerisini filmi izleyerek öğrenin.


Bu arada filmin Imdb puanı 6.2. Görüşmek üzere...


10 Şubat 2013 Pazar

Gelecek 3-4 Ay

Amerika' dan yaklaşık 4 aylığına dönmüş bulunmaktayım. Haziran ayında yeniden New York' ta evime döneceğim. Ama şimdilik memlekette miskinlik yapmaktayım. Türkiye'ye dönüş sebebim olan kız isteme, nikah işlemlerinin ayarlanması ve nişan töreni derken ilk bir haftanın nasıl geçtiğini anlayamadım bile. Gözümüzde büyüyen onca iş bir o kadar kısa bir sürede bitti, geçti, gitti resmen. Arada hasta olmayı da ihmal etmedim tabi ki. Neyse sonunda yukarıda bahsettiğim miskinliğin tadını çıkarmaya başladım. Şu ana kadar evde yaklaşık 10 film izlemiş olabilirim. Digitürk Plus sağolsun bir o kadar da kayıt yapıyorum. Başka türlüsü zaman nasıl geçer bilmiyorum. Sanırım bu haftayla birlikte spora başlayacağım. Ankara' ya bir haftalık bir gezi için uçak biletlerimi aldım bu arada. Arada bir Malatya gezisi sıkıştırmayı planlıyorum. İstanbul'a ancak Mayıs başı gibi gidebileceğim diye üzülüyorum. Halbuki nasıl özledim sevgilim İstanbul'u.


Fatih' in söylediğine göre New York kar kış kıyamet yeriymiş. Sanırım en uygun zamanlarda kaçtım geldim New York' tan. Adana ise inanılmaz sanki New York' un baharını yaşıyor gibiyim. Yine de hava bir gün yağışlı bir gün güneşli. Tam güzel yüzünü göstermeye biraz nazlı gibi.

Unutmadan bol bol yeşillik, kebap ve tatlı yiyorum. Kebap özlemimi sonuna kadar söndürmeyi planlıyorum buralarda. Benim önümüzdeki 3-4 ayım böyle geçecek. Görmek istediğim, oturup uzun uzun sohbet etmek istediğim o kadar çok arkadaşım var ki.

Neyse daha anlamlı içerik paylaşımlarımda görüşmek üzere...

Öptüm.

24 Ocak 2013 Perşembe

Karakteri Olan Bir James Bond Filmi - SkyFall

James Bond karkateri ile tanışalı 50 yıl olmuş. Macera 1962 yapımı Dr. No ile başlamıştı. Başrolde yakışıklı  Sean Connery efsanevi güzel Ursula Andress. Belki de Bond Kızı olmayı başlı başına bir marka haline getiren ilk isimdir bu arada Andress.



1962 yılından bu yana Bond'u sırasıyla Sean Connery, David Niven, George Lazenby, Roger Moore, Timothy Dalton, Pierce Brosnan ve son olarak Daniel Craig canlandırdı. Ben çekilme sırasına göre hepsini izledim filmlerin. Bugün de son olarak Skyfall'u izleme şansım oldu.


Skyfall'dan önce Daniel Craig' in farkından bahsetmek istiyorum. Craig şimdiye kadar ki Bond'lara göre işini daha yüksek bir ciddiyetle yapan bir karakter sürdü önümüze aslında bakarsanız. Aksiyon sahnelerinde lame espiriler olmadan, şans eseri adam döver gibi yapmadan. Kadın tavlama konusunda gevşeklik yapmadan. Craig ilk duyurulduğunda bir çok tepki gelmişti diye hatırlıyorum ama benim tüm Bond karakterleri içerisinde en beğendiğim ikiliyi değiştirdi açıkçası. Üstad Sean Connery'den vazgeçemediğim için Craig en beğendiğim ikinci Bond oldu Pierce Brosnan'ı tahtından ederek.(Golden Eye ilk izlediğim Bond filmi olduğundan mıdır nedir o dönmede Pierce Brosnan'a baya abayı yakmıştım açıkçası.)

Skyfall'a gelecek olursak film bana oldukça sanatsal ve karakterli geldi. Özellikle Q'nun departmanında alışageldiğimiz fantastik alet ve edevatları görmemek beni ziyadesiyle mutlu kıldı. Filmin sonundaki manidar bıçak saplama da aynı şeye işaret ediyordu benim adıma.  Film müziği Adele' den bir kere sonra başlangıç sahnelerindeki sanatsal görüntü akışı, sonra yine bu filmde daha da olgun bir Bond görüyoruz. Son iki filmde Bond sevdiği kızın ardından tutuğu yas sebebiyle biraz profesyonelliğine laf getirttiyse de Skyfall'da bunu toplamış ve M'e karşı olan inancını ergen triplere girip yitirmiyor film boyunca.


Skyfall' da hoşuma giden ayrıntılardan biri de Taken 2 rezaletinden sonra İstanbul' u  normal, daha doğrusu olduğu gibi göstermeleri, bir ayrıntı farkıyla. O da filmin bir kısmı Adana'da çekilmesine rağmen çaktırmadan tüm filmi İstanbul'da geçmiş gibi lanse etmeleri (: Motosikletlerle birden bire bir köptü üstüne gelinir ve oradan da trenin üstüne uçulur. İşte bu köprü ve tren Adana' da olup tren sahnelerinden başlayarak tarihi Vardar Köprüsü'nden Bond düşene kadar Adanadadırlar aslında.  Ama geçişi o kadar iyi yapmışlar ki ben bile bir Adanalı olarak trenlere uçtuklarında fark edebildim. Bond kızlarına gelecek olursak, bir espirileri yoktu bu filmde. Film ziyadesiyle Bond ve M üzerindeydi.

Kısacası bu Bond filminde daha ağır, daha oturaklı bir Bond ve olaylar dizini izleyeceksiniz. Bir Alex olmasa da beğendiğim bir film oldu. Sözlerime son verirken Bond En'leri yaptım kendimce ve sizinle de paylaşmak istedim..

007 Enleri

En iyi James Bond filmi: On Her Majesty's Secret Service
En kötü Bond filmi: Moonraker
En iyi James Bond: Sean Connery
En iyi ikinci Bond: Daniel Craig
En iyi kötü Bond karakteri: Christopher Walken
En güzel Bond kızı: Ursula Andress
En güzel ikinci Bond kızı: Barbara Bach
En iyi kötü karakterli Bond kızı: Fatima Blush
En iki kötü karakterli ikinci Bond kızı: Famke Janssen
En iyi Bond Film müziği: You only live twice.

Peki sizin James Bond enleriniz var mı?

21 Ocak 2013 Pazartesi

Taken 2 Hayalkırıklığım - Taken 2 Such a BS

Liam Neeson' a bayılırım. Sempatim özellikle de Star Wars' tan dolayıdır. Taken filmindeki performansına da ayrıca bayıldım. Özellikle dövüş sahnelerinden oldukça profesyonel görünüyordu. Filmin konusu iyiydi daha ne olsundu kısacası.

Taken filminin ikincisinin çekileceğini, ne kadar doğru olduğunu bilmediğim, Neeson'un müslümanlığa ilgi duyduğundan bahseden haberlerden öğrendim. Filmin ikincisi geldiği gibi film üstelik İstanbul'da çekiliyordu. Ne güzel haberdi. Taki bugün filmi izleyene kadar.

Türk medyası İstanbul, Holywood'un gözde platosu oldu filan diye heyecanlanadursun biz de burada ''Geçenlerde Taken 2' i izledim siz gerçekten çarşaf mı giyiyorsunuz?'' sorularına cevaplarımızı vermeye devam edelim. :)





Eskiden bunlar bile çekilmiyordu, nankör laflarını işitir gibiyim. Zira benim de söyleyeceklerim var. 1963 yapımı Rusya'dan Sevgiler James Bond serisinin ikinci filmini izlediniz mi bilmem. 1963 yapımı filmde dahi bu kadar çağdışı gösterilmeyen İstanbul, yıl olmuş 2012 hala kara çarşaflarla gösteriliyor. Ben Skyfall dışındaki tüm serinin tüm filmlerini izlemiş biri olarak hatırlıyorum Dünya Yetmez filminde yine İstanbul'a konuk olur James Bond. O filmde de bu kadar kötü sahneler görmedim.

İstanbul 1962 at  ''From Russia with Love''



İstanbul in 1963


Hadi kara çarşaf yok mu bazı yerlerde diyeceksiniz anlayış göstereceğim itirazlarınıza da Allah aşkına o filmdeki polis araçlarının hali neydi öyle? En son çocukluğumda Türk polisinin kullandığı (zannederim Tofaş'ın T sini gördüm önünde) bildiğim fi tarihinden kalma araçlar sokaklarda fink atar. Yiyorsa İstiklal'deki mini cooper ları gösterseydiniz ya. Kıskançlar nolucak! O yetmemiş film yapımcılarına yeni araba kullanmayı öğrenen bacak kadar Amerikalı afete madara ederler bizim polisceğimizi. Bir de Amerikalı kızımız Eminönü civarı olduğunu sandığım bölgede 3 kere filan el bombaları fırlatır oraya buraya, sokaklarda herkes birbirini kurşuna dizer bir tane Polis noluyor kardeşim diye olaya el atamaz. Çünkü Türkiye' de iç savaş olduğu için her gün sürekli bombalar patlar durur, o sebeple Türk halkı da alışıktır bu sesleri duymaya zaten.

Hollywood' un Gözünden Türk Polisi. Expectation of Hollywood for Turkish Cop


Hollywood' un Gözünden Türk Polisi


Hollywood' un Gözünden Türk Polisi. Expectation of Hollywood for Turkish Cop.


Hollywood' un Gözünden Türk Polisi. Expectation of Hollywood for Turkish Cop.


Hollywood' un Gözünden Türk Polisi ve Mercedes marka taksi (: 


The Reality for Turkish Cop

Eminönünü' nden Eminönü'ne gitmek için arabalı vapura binmemiz gerektiğini öğrendiğimiz Taken 2' nin ilk İstanbul sahneleri Neeson' un bir Arap şehinden yüklüce para almasıyla başlar ki kültür seviyesi ilkokul seviyesindeki çoğu Amerikalı için Türkiye'nin bir arap ülkesi zannedilmesine yeter de artar bile. İstanbul'u Eminönü'nden ibaret gösteren bu filmin Türkiye' ye katkısı olduğu düşünen çok büyük devlet büyüklerime sesleniyorum. Türkiye' yi böyle tanıtacaksak eğer ekstradan bir de böyle değil böyle tanıtım reklamlarına para harcamamız gerekiyor.

Son olarak sizinle şimdiye adar gördüğüm en güzel İstanbul tanıtımını paylaşmak isterim. Business Insider'da yer alan yazının başlığı ''See Why Modern Istanbul Is The Coolest City In Europe''. Yazıyı kim hazırladıysa zannediyorum kendisi gerçekten İstanbul'da yaşamış biri olsa gerek. Yazıda İstanbul'u gerçekten Istanbulite* gözüyle tanıtmışlar. Vallahi BRAVO!

*Bu kelime İstanbul'da yaşan anlamına geliyor, bir nevi Parisien gibi bir şey.


-----

PS: I've just started to write English posts. Please give some mercy :)

I love Liam Neeson. The reason why I love him so much is Star Wars. I also loved his performance at Taken. Especially his fight scenes looked so professional. Also the story was so good.

I heard about Taken 2 because of some news which was about Neeson's decision about converting Islam. (I don't think the news was true.) I was happy about this second film. Besides the second film was made in İstanbul. What a nice news. My favorite city and favorite actor. My feelings were so good until watch the movie.

While Turkish media was making nice news about shooting films in İstanbul like Argo, Taken 2, Skyfall, I answered questions about Turkish women's outfit. Are we really wearing chadors? :) Almost all of Turkish women were wearing chadors in that movie. It wasn't only funny but also misleading. It must have been joke! So I want to share you some picture that shows you real Turkish people and women. (I don't deny women who cover their hair with scarf and of course some woman with chadors in Turkey but believe me their numbers are not that much to show them prominently in every single scene in the movie.)

Some of Istanbulites

As you see in picture Turkish girl without chador. 


Some Istanbulite.
There was another annoying thing that was about Turkish Cop in that movie. Turkish Cop's car was from 1970's. This was real comedy. I suggest the director to shoot movie with Mini Cooper Police Cars in İstiklal for the next time. (You can see the pictures in above with director's fantasy and the reality.) On the other hand Turkish Police only appeared in some traffic problem in the movie. I don't know why they didn't care about the bombs which were set off by Kim all over the Grand Bazaar. It looked like we already got use to hear bombing in İstanbul every single day. You got to be kidding me!!!

At the End of the movie (After couple of violence scenes in İstanbul) you finally saw civilization in LA. USA. Thank God for blessing America :)

What can I say? After successfull movie they made a typical american story!

See you guys!

19 Ocak 2013 Cumartesi

Bazen Vazgeçmektir Kazanmak!- Make Let it Go

Yaklaşık yarım saattir 10 satırlık paragraflar yazıp yazıp siliyorum. Seni anlayan birini bulmanın ne kadar zor olduğunu yazmak istemiştim. Ben bulduğuma inanıyorum. Bir zamanlar öyle birini bulamayacağımdan korktuğum anları hatırlıyorum da, ne kadar şapşalım. İçinizde en ufak ümit varsa eğer onu bulacağınıza dair, inanın. Önünde sonunda buluyorsunuz. Hem de en uygunsuz hayat dönemeçlerindeyken.



Son bir aydır içimi rahatsız edecek bir hisle boğuşuyorum. Hani bir iş vardır yamak zorunda olduğunuz ama bir şekilde eliniz hiç değmemiştir ve o işi bitirmemiş olmanın verdiği bir huzursuzluk hissi vardır ya insanın içinden atamadığı. İşte tam o his var içimde. Çok sevdiğim canım saydıklarımdan birisi için. Bir türlü atlatamıyor, bir türlü bırakamıyor işin ucunu. Saplantı haline getirmiş, uzun süreli alışkanlığını. Alışkanlıklarımızı aşk zannetmek! Ne büyük yanlış! Aşk, sevgi çocuk oyuncağı haline getirilecek bir şey değil ki. Ne zamandır aşk, Facebook' ta beraber fotoğraf paylaşmak oldu? İlişki durumunu güncelleme oldu?


Ben ne zamanki bırakabilmeyi öğrendim o zaman her şey yoluna girdi. Ne zaman vazgeçebilmeyi, hayata devam etmeyi kafaya koydum yollarım kendiliğinden açıldı. Yollarımızı biz kendimiz tıkıyoruz aslında.

Yazdıklarım tam da şu an böyle bir durumda olanların karşısına çıkar umarım. Bir işaret gibi gelir belki tam zamanındaki bu karşılaşma. Satırlarıma Şems'in aşağıdaki sözleri ile son vermek istiyorum.
"Hakkın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?"
Mutlu günleriniz olsun...


WARNING: I've just started to write English posts. Please give some mercy :) 

Aproximetely for 30 min. I deleted my paragraphs again and again. I want to write about how difficult to find someone really understands you. I believe that I found the one. Once I had no hope to find him. Silly me! If you have a little hope to find someone really understands you, just believe it. Sooner or later you will find.



I've felt disappointed for a couple month. I was so sorry for someone who is really important for me. He can't make ''let it go''. It sometimes looks like obsession. I think our routines look like real love! I don't think love works on Facebook.

I know that everything goes ok when I make ''let it go'' in my life. My way opens by itself when I stay cool. In fact we obstruct our ways so many times.



I hope that you who need this, will read my words. Maybe you think this is a sign for you to make it, to let it go. I want to end my ridicilious words with one of my favourite Sems-i Tabrizi's principles.

"Instead of resisting to changes, surrender. Let life be with you, not against you. If you think "My life will be upside down" don't worry. How do you know down is not better than upside?"
See you guys...

17 Ocak 2013 Perşembe

LinkedIn ve Büyüyen Sorunsalı

LinkedIn'i ilk kullanmaya başladığımda sene 2009'du galiba. Henüz stajyerdim Nexum Boğaziçi' nde o dönemde. Business network konusunu hep dikkate almış bir insan olarak ta o zamandan bazı isimler vardı gıpta ettiğim. 500' ün üzerinde bağlantısı olan isimler. Bu isimler bir çoğumuzun çok yakından tanıdığı sektör isimleriydi. O dönemde LinkedIn bizim için yeni bir sosyal araçtı ve ciddi ve önemli buluyordum orada bulunmayı. LinkedIn öncesinde Xing.com' u kullanmaya başladığımda ise henüz üniversite 2. sınıftaydım. Hiçbir zaman oraya ısınamadım. Şu an ne halde hiçbir fikrim yok. Almanya'daki hocalarım LinkedIn' den ziyade Xing' i kullanıyorlar hala o da ayrı bir konu. Bir bildikleri mi var yoksa?! Onları bir türlü bulamadım LinkedIn'de malum onlardan birer recommendation isteyecektim. Kısmet değilmiş. (:

Daha geçenlerde Uğur Hocamın blogunda LinkedIn'le ilgili yazısını (LinkeIn ve Ben) okudum. Kısacası maddeler halinde LinkedIn' den nasıl bezdiğini anlatıyordu. Şimdi onun maddelerinden birini zamanında yerine getirmediğim için hayıflanmaya başladım.


Ne de olsa hala genciz, toyuz. Yılların tecrübesi konuşuyor tabi. Uğur Hoca:
Tanımadığım bir kişiyi neden “iş ağı”na ekleyeyim ki. Nereden tanıştığımızı veya neden beni eklemek istediğini yazsa, daha faydalı olacak.
diyordu. Her geçen gün hayıflanmalarım artıyor. Keşke diyorum hocam yazıyı daha önce yazsaymış. (:

Ben önceleri sektör dahi ayırt etmeden eli yüzü düzgün bir profile sahip herkesi ekliyordum nerdeyse. Şimdilerde ise  en azından aynı sektör işi yaptığım, ilerde veya şu an için işimle ilgili iş birliği yapabileceğim kişileri eklemeye başladım. Yakında tamamen ondan da vazgeçip ya tamamen terk edilmiş bir tarlaya dönüştüreceğim, ya da sadece bir iş geçmişim olan ya da bir şekilde bir etkinlik vasıtası ile bile olsun bir şekilde tanıştığım kişileri ekleyeceğim sanırım.




Yukarıdaki mesajı da iki gün önce aldım. İşin enteresan yanı LinkedIn' de her ne kadar bulunduğum yer New York görünse de iş tecrübelerimin tamamı TR menşeili. Bana neden bu mesajı attığını ilk olarak bu sebepten anlayamadım. İkinci olarak bir iş ilanı yayımladığımı hatırlamıyorum. Kişiyi tanıdığımı hiç sanmıyorum. Tanımadığım biri için eğer iş ilanı yayımlamadıysam neden seferberlik ilan edip iş paslama işine gireyim. (Ki bu işi zamanında çok yapmışlığım vardır. O konuda baya dilim yandığı için artık kimseyi kimseye paslamayı pek düşünmüyorum. Siz insanlık yaparsınız birileri iş sahibi olsun dersiniz. Karşınızdaki kişi, tavsiye ettiğiniz insanlara ve kuruma rezil rüsva eder sizi. Demem o ki arkadaşlarınız süper insanlar olabilirler ama konu iş hayatına gelince en sorumsuz insanlara dönüşebilirler. Kime iş paslıyorsanız onu gerçekten tanıyıp tanımadığına dikkat edin.)

Son zamanların gözde konusu endorse var bir de. Daha geçen gün konuyla ilgili bir yazıyı göz ucuyla okudum. Kısacası konunun amacına ulaşmadığını sadece spam mail yığınlarına bir kısmının daha eklendiğinden bahsediyordu. Dün de aşağıdaki gibi tanımadığım biri (zamanında hevesle davetiyesini kabul ettiğim kişilerden biri olsa gerek) tarafından Sosyal medya yönetimi ve Etkinlik yönetimi konularında tavsiye edildim onaylandım. Şimdi ne kadar inandırıcı gelecek acaba sıralanan konulardaki yetkinliğimiz?!



Gördüğünüz gibi LinkedIn baya yalan bir noktaya ulaştı. O yüzden naçizane tavsiyem kasmayın herkesi ekleyeceğim, benim de 500+ bağlantım olsun diye. İyi bir şey yapmıyorsunuz aksine git gide daha da antipatikleşen düzenin bir parçası olduğunuzu gördüğümde ne kadar sorgulayıcı bireyler olduğumuzu soruyorum kendi kendime. Sorgulamayan, herkes gibi olan biriyle kim çalışmak ister ki.

Ben istemezdim doğrusu.

Görüşmek üzere.


5 Ocak 2013 Cumartesi

gecenin şarkısı - I want to hold your hand

Her gece yatmadan önce müzik dinlemeyi oldum olası çok sevmişimdir. O sebeple zaten bir gecenin şarkısı paylaşımım söz konusu bir süredir. Saatlerine dikkat eden gece geç saatlerde olduğunu görecektir zaten.

Bu #geceninşarkısı na gelecek olursam Beatles'ın I want to hold your hand' i olsun istedim. Ama ben bu nefis şarkının Across the Universe filmindeki versiyonunu paylaşmayı yeğledim bugün. Bilare bu film hakkındaki görüşlerimi de paylaşacağım inşallah. Zira mutlaka izlemeniz gerektiğini düşündüğüm bir film kendisi.


 


WARNING: I've just started to write English posts. Please give some mercy :) 

I always love to listen music just before sleeping. For a while I was sharing my favourite songs under song of night as tag.

Tonight' s #songofnight is Beatles' I want to Hold your Hand from Across the Universe Soundtrecks. I also want to share my comments about this great movie. I highly recommend this movie.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...