31 Aralık 2010 Cuma

2010 Can Çekişirken!

Bir yılın daha sonuna geldik. Bu cümle pek klişe olsa da yazmak istiyorum.
2010'da hayatımda süpersonik değişiklikler olmadı açıkçası ama kendimi daha farklı hissediyorum nedense.Türlü değişiklikler olmadı değil tabi ama geçen seneye nazaran daha az devrim oldu hayatımda.


  • Çalışma hayatımın birinci yılını doldurdum.
  • İş değişimi yaptım. Okulum Evimizinherşeyi'nden(şimdiki Evmanya) Ontarget'a geçiş yaptım.
  • Sanırım bu şekilde y kuşağı olduğumu da ispatladım. (yeni bir tespitim var. İş yaşamında gösterdiğim özelliklere göre x,6 kuşağı olduğuma inanıyorum, gülmeyin bence öyleyim :)
  • Evimizinherşeyi Ocak ayı itibariyle yaptığı görüşmeler sonucunda yatırım aldı.
  • Ekip büyüdü. Çok şey öğrendim bu süreçte. Azıcık benim de payım olduğunu bilmek süper bir duygu.
  • Yurt dışından ilk iş teklifleri alındı.
  • İş açısından başarılı denilebilecek bir yıl geride kaldı.
  • Aynı yaşta olduğum kuzenim evlendi, evlilik müessesesi bir kez daha sempatimi topladı.
  • Ablam evlilik kararı aldı.
  • Eski ev arkadaşımı evlendirdim.
  • Yenisini evlendirmek üzereyim.
  • Son erkek arkadaşımdan sevgililer gününde ayrıldım.
  • Yenisini bulamadım. :D
  • Yeni arkadaşlıklar, yeni dostlar bulundu.
  • Hastalık haneme az uğradı.
  • Kilolar verildi, şu an geri alındı hepsi(malumunuz kış mevsimi)
  • Nuri Alçoyla dans edildi.
  • Eskişehir ve Bursa'ya ilk kez gidildi.
  • Rakının nasıl içilmemesi gerektiği öğrenildi.
  • Şarabın tadına varıldı.
  • Hepsinden öte az ağlandı ama çok gülündü...


2010'da bir ibretlik listem vardı. O liste'de iki cross bulunuyor.
Tütün mamulleri, alkol... Neyseki alkolü check haline sokabildim. Yaşasın kırmızı şarap.

2011'den istediğim en önemli şey daha fazla başarı, sağlık tabi bir de.
Diğer tüm şeyler için Ne desem yalan Olur (:

Şu an mutluyum. Önceki yıl sonlarıma göre çok daha fazla büyüdüğümü hissediyorum...
Nice büyümelere, herkese iyi seneler...

Not:Bloguma giriş yaptığınızda sağda çok hoş bir noel anne göreceksiniz. Bu da benim sürprizim olsun.
Haydi o zaman şarkı söylemeye devam!



Betül KARA
12:01, Cuma
31 Aralık 10

24 Kasım 2010 Çarşamba

Öylesine Karalamak

Dün yağmur bastırdı ani bir şekilde biliyor çoğunuz, sözüm İstanbul'dakilere (: Ben o sırada sarı dolmuşta Eliflere gitmeye çabalıyordum. Acil bir iş için beraber çalışmamız gerekiyordu. İş çıkışı onların evinin yolunu tuttum anlayacağınız. Aklımda milyon tane ayrı işle ilgili nasıl yaparız nasıl ederizler uçuşuyordu.

Gel gelelim dostlar işlerimiz takribi 2 sularında bitti. Sosyal ağlarda bir şey yaptığınız zaman adı Facebook ya da Twitter olunca markalara her şeyi yapmak çok kolay görünebiliyor zaman zaman. Oysa o kadar çok ayrıntısı detayı var ki.Her detayı görerek kontrolleri yapmak gerekiyor. Dolayısıyla bu detaylar işinizi uzatıyor da uzatıyor. Ancak oturabildik Elifle sohbet ettik. Bir süredir beraber olamıyorduk. Malum o kadar yoğun ki şu dönemler. 9 günlük tatil öncesinde deli gibi çalıştık ama sonunda tatmin olmak hiçbir şeye değişilmiyor emin olun. İnsanın tüm yorgunluğunu alıp gidiyor BAŞARI!

Şimdi geriye bakıyorum da (ahahahaha) şaka gibi bu yeni işimde neredeyse 3. ayım bitecek. O kadar şaşırıyorum ki. Ne kadar çabuk geçmiş zaman hiç farkında değilim. Çoktan bir projeyi bitirdim. Üstüne yeni projeler için çalışmalar halindeyim non-stop. Bir yandan da yaptığım işle ilgili sürekli okumaya, takip etmeye çalışıyorum. Ama hep ama hep bu blogumu ihmal ediyorum sonuç olarak :(.

Klavyenin beni yönlendirmesine göre yazıyorum şu an. Bu sadece bir iş dökmek gibi oldu biraz. Geçenlerde Uğur Hocamla oturduk konuştuk. Yeni işimden oradan buradan. Bana en sonunda dedi ki: "Hayatın nasıl gidiyor peki?" Benim cevabım hiç farkında değilim yine işle ilgili oldu. Bana yine bir ders verdi. "Senin nasıl olduğunu sordum Betül" dedi. Bu cevabı yetti bir bakıma. Bazen düşünüyorum da o kadar çalışmanın sonucunda hayatı kaçırıyor muyuz? Benim Betül hayatı nerede kalıyor. Şu sıralar iş birinci sırada hayatımda. Başka bir aktivitem, hikayem, sevincim ya da üzüntüm yok. Peki ya Betül'ün hayatı nerede? Bu yazı aslında formspring.me den gelen bir soru üzerine yazılmaya başlandı. "Yağmur yağınca aklına ne gelir?"- benim aklıma bir süredir hiçbir şey gelmiyor.

Öyle değildi oysa eskiden. En çok yazmaktı yağmur benim için, sonbahar benim için, toprak kokusuydu. Yağmura rağmen pencereden sarkmak ya da bahçede bankta oturmaktı. Hemen sıcak bir kahve yapıp cama tıklayan damlaları seyretmek vardı. Salona çekiştirilerek getirilen battaniyelerin altına girip romantik komedi izlemek( hımm bayıldım bu fikre yeniden), üşüyüp ürpermek en çok belki de...



Gelin görün ki dün o kadar yoğunduk ki yağmurun şiddetin de bile habersizdim.(: İş yerindekiler bahsediyordu. Öyle haberdarım biraz da.

Öylesine yazdım bu yazıyı. Öylesine paylaştım sadece. Hani olur ya bazen öylesine bir arkadaşınızı ararsınız.
Konuşursunuz da konuşursunuz. Telefonu kapatınca görürsünüz yarım saat, bir saat konuştuğunuzu. Öyle oldu işte benimki de kusura bakmayın (:

Farz edin uzun zamandır görüşmediğiniz arkadaşınızım ve aradım yarım saat dertleştik...

Betül KARA

15:20
24 Kasım 2010, Çarşamba

PS: Bugün başta ablamın olmak üzere tüm güzel, idealizminden vazgeçmeyerek öğretmek sevdasında olan öğretmenlerin günü kutlu olsun. Tabi bir de Başöğretmenimizi de saygı ile bir kez daha anıyorum.

14 Kasım 2010 Pazar

Yollarda...

İlginç bir deneyim olacak bu. Otobüsten yazıyorum bu sefer...

Üniversiteyi ilk kazandığım yıllardan beridir, şu an olduğum gibi çoğu tatil yolculuklarını otobüslerle yapmak durumunda kaldım. Bu sefer ki biraz mecburiyetten biraz da nostalji yapma hevesinden kaynaklı :D

Çok şanssız bir yolcu oldum yıllardır. Hep saçma sapan tipler mi bulur beni. İlk defa ailemden ayrılıp İstanbul'a yaptığım yolculukta yanımda 3 çocuklu bir kadın oturuyordu. Şaka yapmıyorum öyle. 3-4 aylık olan bir tanesi kucağında, 3-4 ya da 5-6 yaşlarında olan iki tanesi de bildiğiniz ayağımızın altında takıldılar, 12 saatlik yolculuk boyunca. Tam bir kabustu. Ben ara ara ailemden ayrılıyorum diye dramatik havalar girip hüzünleneceğim, öyle bir şey oluyor ki çocuklardan biri ayağıma çarpıyor filan kalmıyor hüznün esamesi...

Sonraları keşfettim ki bir otobüs firması var onda denk geliyor bana manyaklar (Şu an yanımda da ayrı bir manyak oturuyor. Efendim çizi uzattı bana, ben de sağol dedim almak istemedim, cevabı niye? oldu... Allahım beni neyle sınıyorsun) Yeni Adana! Evet açıklıyorum o firma Yeni Adana, yıllarca beni benden aldı. Şu an ne alemde kendisi hiçbir fikrim yok. Olsun da istemiyorum.

O uzuuun yolculuklarda bir adet edindim kendime. Yazı yazmak... Ne güzel yazılar çıkardı, hatırlıyorum da. Hatta Yapraktaki İz'deki yazıların babaları o yolculuklarda oluştular ilk defa. Başımı cama dayayıp uzunnn ve gecenin sessizliğinde yazı yazmanın tadı bambaşka bir şey. Kurşun kalemim, nereden elime geçtiğini hatırlayamadığım bir ajandam vardı. Moleskine defterim yoktu o zamanlar tabi (: Yol uzunken ya kitap okuyarak zaman geçirilirdi ya da yazı yazarak ya da pilim varsa eğer mp3 dinleyerek...

Şimdi o zamanlar gibi olmuyor. Her şey batıyor, koltuk niye dar, o niye yok bu niye var diye... Her şey değişiyor, herkes gibi, her yer gibi, en çok benim gibi

Betül KARA

07:37, Cumartesi
13 Kasım 10

2 Kasım 2010 Salı

Hasret Şarkısı

Merhaba,

Bugün yalnızca uzun zamandır hiç etkilenmediğim kadar beni etkileyen bir şarkıyı  paylaşmak için yazıyorum. Şarkının sözleri ayrı ama ondan öte Seyyan Hanım'ın büyüleyici o sesi...

"Hasret" ten bahsediyorum size. Kendime bir kez daha kızdım. Neden bunca zamandır bilmiyorum ben bu şarkıyı diye. Şarkının taş plaktan çıkan ses olduğunu düşündüğüm bir video var. Bense şarkıyı sadece gözlerimi kapatarak dinliyorum.

Daha fazla konuşmadan sizi bu muhteşem şarkıyla başbaşa bırakıyorum.





O gözler bana eskisinden yabancı
Gönlümdeki bu sevda hiç dinmeyen bir acı
Ruhumun kederinden gözlerim yaşla doldu
İnliyorum derinden bana bilmem ne oldu
En candan arkadaşım ruhumu saran gece
Ben kime bağlanmışım ağlıyorum gizlice
Kimsesiz karanlıklar derdime şifa verin
Kalbimde ki yaralar daha çok daha derin

Betül KARA
00:49
3 Kasım 10,Çarşamba

22 Ekim 2010 Cuma

Gezgin: Paris' te...

Nereden esti iki yıl önceki gezimi anlatmak bilmiyorum. Bildiğim şu bugünlerde çok özlediğim öğrenciyken aylak aylak dolaşmayı. Bugün size Erasmus gezilerimden Paris' i anlatacağım. Ne yalan söyleyeyim ilk etapta pek aşık olmadım bu şehre. İstanbul daha güzel dedim durdum gezi boyunca :D Ama sonra sonra tadını almaya başladım şehrin. 


Bir kere Paris, daha sokaklarında gezerken veriyor size kendine has tadını. Düzenli ve sakin sokaklar, tarih kokan binalar, anıtlar, meydanlar… 
Bastil meydanından geçerken sanki karşınıza çıkıverecek; Jan Valjean ya da Cosette süslü eteğini sürüyerek Arnavut taşlı sokakların birinden.


Geceleri soğuk ama dingindi. Eiffel’e çıkıyor sanki her sokak. Ya da bizim gönlümüz Eiffel'i istiyordu durmadan. Daha hostele geldiğimiz ilk gece kalktık gittik. Gecenin rengi üşütürken Eiffel’in âşıklara özel yapıldığını düşündüğüm ışığı sizin de içinizi ısıtabiliyor. Dünya üzerinde başka bir metal yığını var mıdır ki insanı böyle etkilesin ihtişamıyla?  Ah bir de sevgilinin koynu olacaktı bu ışık huzmeleri seyrederken.


Fransa, Paris, Fransızca, şarap ya da peynir ne derseniz bana Fransızlara özgü ilk aklıma gelecek olan şeylerden biri Sefiller romanı ve bayıldığım romancı Victor Hugo'dur. Elimdeki haritada Mansion de Victor Hugo yazısını görmem yetti. Sürükledim Gülendam'ı da hemen. Evi çok güzeldi ve artık müze olarak kullanılıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam Bastille Meydanına yakın bir yerdeydi evi. Ve yine bir ara bizi gezdiren Türk dostlarımızın dediğine göre bu meydanda başlamış halkın ilk, ihtilal toplanmaları.




Gelin görün ki beni mest eden yer Monmarte' tı. Montmarte’ ın tepeden bakışı çiçek gibi açılan sokaklara, taa uzaktaki Eiffel’e göz kırpışı, güneşi kıskandırarak… O kadar canlıydı ki. İnsanlar sanki Monmarte' ta daha sıcak daha az Fransız (: Burada hayatımın en güzel crépesini yedim sanırım. Hala tadı aklımdan çıkmıyor. Ressamlar tepesi olarak biliniyor burası ve küçük meydanında bir sürü sanatçı var. Resimlerini yapmak isteyen. Bir tanesi neredeyse 20 avroya yapacaktı resmimi ama sonra düşündüm valize koyacağım, kırışacak filan, yaptırmadım. Tamam, kabul kötü bahane. Ne bileyim öğrencilikte gittik belki de param azalmıştı :D


Birçok müze gezdik hatırlamıyorum artık hangilerine gittik. O kadar çoklar ki bir daha gidersem tamamlayabilirim belki tüm müzeleri gezmeyi. Aklıma ilk gelenler Musée D'orsay ve tabiki Louvre. Musée D'orsay da, Rodin'in düşünen adam heykelinin orjinalini gördüm. Aslında minicik bir şey. Bizim bildiğimiz gibi kocaman değil. 


Sonra bir de Champs-élysées var. Daha önceki duyduklarımla da brileştirince hak veremedim diyemem. Bizim Bağdat Caddesi'nin daha genişçe bir hali denilebilir :D. 



Champs-élysées'ine gelen bu pozu verir illaki. Vermezsen ayıp oluyormuş :D

Bu Erasmus gezilerinin en zevkli yanı sanırım Hostel partileri oluyor. Biz de ayrılışımızdan bir gece önce o iğrenç pis ama gençlerin fink attığı Hostelimizde; indik bara, takıldık ekibe... Böyle sevimli insancıklarla tanıştık. Herkes gayet sıcaktı ve sempatikti. Bilemedim belki de Christmast gecesinin verdiği kardeşlik ruhuyla böyleydiler :D




Miskin kedilerin sırnaşarak yaklaşmaları, Fransız aşkını anlatma çabasından mı acaba? Tam da bir Fransız kadını ipince beline taktığı kemeriyle, yüksek ökçelerinin çıkardığı sese aldırmayarak süzülmesi Champs-élysées’ den sanki “o kadın” oydu. Paris sokaklarındaki o kadınların dünya yıkılsa umursamayacak halini hiç unutmuyorum. Bir de giyimlerini. Ah, modayla zerre alakası olmayan burada bu kadınları görünce moda müptelası olabilir. En çok sevdiğim şey herkes kendi modasını yaratıyor. Her kadının ayrı bir havası hali var bu şehirde.


Bir kadeh şarap, biraz sanat, bir dilim Fransız peyniri, biraz tarih, biraz Paris...
Biraz Fransız öpücüğü...




Betül KARA
22:34
21 Ekim10, Perşembe

15 Ekim 2010 Cuma

"Chanel Sempatim"

Merhaba Cicişlerim,

Friendfeed'te bir gelenek vardır. İnsanlar takipçileri belirli sayılara ulaşınca bazı kullanıcılarına hediyeler verirler. 100. 200. atıyorum 500. üyelerine...
Ben de 900. üyeme bir hediye vermek istedim. 900. üyeme blogumda yazı yazmayı hediye ettim. O da seve seve kabul etti. Şansa bakın ki o da Betülmüş (: benden daha ziyade moda üzerine yazıyormuş. Ve bayıldığım bir markayı yazmak istedi. Modaya bayılıyorum aslında ama blogumda pek yer vermedim şimdiye kadar. Bakarsınız belki beni de ısıtır bu yazı ha? İşte Betül'ün nam-ı diğer "modakolik" in benim için özel hazırladığı yazısı.


Coco Chanel, 19 Ağustos 1883 tarihinde Fransa’da Saumur/Maineet-Loire’ da “Gabrielle Bonheur Chanel” ismiyle dünyaya geldi. Lise öğreniminin ardından bir terzi atölyesinde yardımcı olarak çalışan ve bunun yanında şarkıcılığı da deneyen Chanel, imzasında kullandığı “Coco” lakabını da söylediği şarkıların birinden aldı.Varlıklı bir subay olan Etienne Balsan ile tanışmasıyla birlikte Paris sosyetesine giren Chanel, kendi kreasyonu olan şapkalarla dikkat çekti.



Başkaları ile karıştırılamayacak kadar tarz sahibi olan kreasyonlar yaratan Chanel, büyük başarısı sayesinde 1914’te Deauville/ Normandiya’da kendi butiğini açtı. Coco Chanel, 1917 yılında yanında 300’den fazla terzi çalıştırıyordu. 1919'da Paris’te bir moda salonu açtı. Giderek servet sahibi olan Chanel, parfüm ve kozmetik işine girdi.

Ernest Beaux’ya sipariş ettiği “Chanel No.5”, zamanla dünyanın en ünlü parfümü haline geldi. “5” rakamının uğuruna inanan ve koleksiyonlarını “5 Şubat” ve “5 Ağustos” günlerinde sergileyen Chanel, parfümüne de bu inanışın sonucu olarak “No: 5” ismini verdi.



Vee.. Coco chanel'in yarattığı bu büyük ve tarz sahibi markanın bende yeri ayrıdır. Modayı takip etmeye başladığım günden beri Chanel'e karşı gittikçe büyüyen bir sempatim oluştu. Tabiki beğendiğim bir çok marka var fakat chanel yapmışsa mutlaka güzeldir demekten de kendimi alıkoyamıyorum. Şatafatlı ve sıradışı defilelerini, seçtiği mankenlerin markayı zarif bir şekilde taşımasını ve hiçbir zaman çizgisini kaybetmemesini seviyorum!



Markanın her zaman ön planda olmasından mıdır, yoksa hem dinamik ama aynı zamanda da eskilere götüren havasındanmıdır bilemiyorum chanel sevgim gittikçe büyüyor. Sürekli kendini yenileyen, zamanın trendlerinden asla geri kalmayan aynı zamanda da 50 ve 60' ların modasından vazgeçmeyen, koleksiyonunda birkaç parçasında bile olsa o havayı bize hissettiren bir marka. Ne diyebilirim ki Chanel'i seviyorum.. :)




--
beTuL (modakolik)

29 Eylül 2010 Çarşamba

Ödüllü Kavşak Filmi Ön Gösterimi

Dün Kavşak filminin galasındaydım. Uzun zamandır izlediklerim arasında en beğendiğim Türk Filmi oldu. Zira Uluslararası Film Festivali Altın Koza'dan da en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu, en iyi umut vaad eden erkek oyuncu ve en iyi müzik kategorilerinde 4 ödülle dönmüş bir filmdi.

Sezin Akbaşoğulları' nı taa  Beyaz Gelincik dizisinden beri bilirim ve çok severim. Dün çok kısa bir sohbet etme şansımızda da oldu. Daha da güzelleşmiş sanki. Oyunculuğu ise yine Sezin gibiydi. Ama Arzu'nun (filmdeki karakteri) varlığını hissettiriyordu.

Güven Kıraç ise tam bir harikaydı. Otobüste işine giderken ki hallerinde filmde oynadığı karakterini bana yaşattı resmen. Hani bazen öylece otobüste giderken birileriyle göz göze gelirsiniz ya da bazı insanlar gözünüze takılır sebepsiz. Hiçbir fikriniz yoktur aklından neler geçiyor derdi mi var sıkıntısı mı? İşte tam olarak böyle düşündüm. Ne hayatlar var aslında anlam vermediğimiz o bakışların gerisinde.


Kavşak izlenilmesi gereken bir film. Tavsiye ediyorum izleyin (:

Gala'ya dönecek olursak eğer birçok ünlü isim oradaydı. Bir kere Cem Yılmaz hemen yanımızdaydı, çok sevindim onu bu kadar yakından gördüğüm için. Murat Eker, Ceyda Düvenci ve daha bir çoğu galadaydı. Ve tabi ki biz

social media team hazır ve nazır oradaydık :D

Betül KARA
13:22
29 Eylül 10, Çarşamba

6 Eylül 2010 Pazartesi

Bu anayasa paketi ile R.T.E. Jay Leno'ya çıkacak mı ? Hayır. O zaman hayır! (:


Merhaba,

Malum "HAYIR" demeye az zamanımız kaldı. Bugün sizlere eski komşum Serdar'ın referanduma esprili bir şekilde yaklaştığı "neden HAYIR?" kampanyasından örnekler sunacağım. Kendisi her gün yeni bir hayır nedenini yaklaşık olarak 1 aydır facebook profili üzerinden paylaşıyor. İşte o "neden hayır?" lardan bir derleme :D


‎"Bu anayasa paketi ile Marmara Üniversitesi'nin not sistemi değişecek mi ? Hayır. O zaman hayır!"

"Bu anayasa paketi ile ketçap mayonez olacak mı ? Hayır. O zaman hayır!"



"Bu anayasa paketi ile apaçiler dans etmekten vazgeçecek mi ? Hayır. O zaman hayır!"

‎"Bu anayasa paketi ile kırık kalpler durağında inecek var mı ? Hayır. O zaman hayır!"




‎"Bu anayasa paketi ile Efes kapaklarında bedava çıkacak mı ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile Alain Delon Sıla'nın tipi olacak mı ? Hayır. O zaman hayır!"


‎"Bu anayasa paketi ile Yaban Nayır demekten vazgeçecek mi ? Hayır. O zaman nayır!"



"Bu anayasa paketi ile Fiat yeni model Murat 131 üretecek mi ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile Fiat Bis'ler büyüyünce tır olacak mı ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile Adriana Lima benimle evlenecek mi ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile bu ayakkabıyı giysem ya da şu ayakkabıyı giysem verecek mi ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile kızlar istenmeyen tüylerden tek seansta kurtulabilecek mi ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile 'burası İstanbul anne' diyen herkes her b*ku yiyebilir mi ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile Bebek'teki kızlar(l)a 3-5 tur atabilecek miyiz ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile R.T.E. Jay Leno'ya çıkacak mı ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile ağaçlardan kangal kangal sucuk çıkacak mı ? Hayır. O zaman hayır!"





‎"Bu anayasa paketi ile biriken Shop&Miles puanlarımızla akbil doldurabilecek miyiz ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile yurdum insanı Doğan görünümlü Şahin modifiyesinden vazgeçek mi ? Hayır. O zaman hayır!"



‎"Bu anayasa paketi ile Noel Baba, Noel Dede'liğe terfi edecek mi ? Hayır. O zaman hayır!"


‎"Bu anayasa paketi ile erkekler kadınları anlayabilecek mi ? Hayır ! O zaman hayır."



"Bu anayasa paketi ile paranın satın alamayacağı şeyler için Lidyalılar başka birşey bulabilecek mi ? Hayır ! O zaman hayir. "

"Bu anayasa paketi ile mağdur öğrenciler DGS'den bi hayır görecek mi ? Hayır ! O zaman hayır."





"Bu anayasa paketi ile ahali çatal gösteren kıyafet giymekten vazgeçek mi ? Hayır ! O zaman hayır."



‎"Bu anayasa paketi'ne benim ev eşyaları sığar mı ? Hayır ! O zaman hayır."



‎"Bu anayasa paketi ile Ray-Ban kaynak gözlüğü üretecek mi ? Hayır! O zaman hayır."



"Bu anayasa paketi ile KNORR Okul Harcı çıkaracak mı ? Hayır! O zaman hayır."


Serdar, dur durak bilmiyor o dönemde ne dikkati çektiyse hemen hemen hepsiyle ilgili bir hayır sebebi bulabiliyor. Ve ben de onun bu sebeplerini her gün duvarımda görmekten büyük bir keyif duyuyorum. 12 Eylül' ün ülkemiz için "hayırlı" lı geçmesi temennimle...

Görüşürüz...

Betül KARA
13:00
6 Eylül 2010, Pazartesi

3 Eylül 2010 Cuma

İlk Hayat Deneyimi

Epey zamandır bir şey yazmıyordum. Bunun birkaç sebebi var. 2 haftalık extra Adana tatili, hâlâ yeni bir laptop alamayışım, laptop almış olsam da evdeki internetin süresinin bitmiş olması gibi pek çok nedeni sıralayabilirim mazaret olarak. Bu ise bir teşekkür yazısıdır. Bugün yeni işimdeki ilk haftam bitiyor. Birçoğunuz bu haberi çarşamba günü öğrendiniz. Herkes şaşırıyor. Çünkü biliyorum ki eski işimle o kadar özleştirilmiştim. O yüzden bu şaşkınlık doğal geliyor bana.




28 Eylül 2009, Evimizinherşeyi.com' da iş yaşamıma adım attım. İyi ki de böyle bir başlangıç yaptım. Birçoğumuz öğrenciyken kurumsal büyük şirketlerde çalışmak isteriz. Oysa büyük kurumsal şirketlerde örgüt içinde kaybolursunuz. Sorumluluk alabilmeniz küçük şirketlerdeki gibi kolay değildir. Çekişmeler, kıskançlıklar da cabasıdır. Ben Evimizinherşeyi.com da yeni mezun olmama rağmen çok fazla insiyatif alabildim. İnsanları yönetmek nasıldır bunu gördüm. Ve internetin başarılı girişimlerinden olan bu projenin yatırım alma aşamasına da şahitlik ettim. Nasıl toplantı alınır, nasıl sunum hazırlanır, nasıl satış yapılır, satış sonrası süreçler, sözleşme, ekip çalışması, patron-çalışan ilişkisi hemen birçok şeyi burada öğrendim. Tabiki bir daha yapmam dediklerim var ve iyi yapmışım dediklerim.


Burada çok güzel bir ekiple çalıştık her zaman. Herkes şirket için düşüncelerini rahatlıkla paylaşabiliyordu. İşte bu çalışma şeklimizden sebeple Evimizinherşeyi benim için çalıştığım şirketten çok daha ötesi oldu. Sadece kendi bölümüm departmanım için değil tüm site için neler yapılabilir hepsine kafa yordum. Bunu yaparken de çok keyif aldım ki öğrendiklerimi saymıyorum bile. Ve burada nefis arkadaşlar edindim. İş arkadaşlıklarından ötesini kurduğum birbirinden muhteşem insanlarla tanıştım.

Editörlerimizden sevgili Nazlı Ülker' e, sevgili Aslı Kanay' a biricik arkadaşım Elif Durmaz' a, aynı zamanda ev arkadaşım da olan Eda Sivas'a; E-ticaret sorumlusu arkadaşımlarımdan Şevki Argalıoğlu' na, Erdem Üst' e, Özer Soner Güngören'e, İnci Beyenirsoy' a, Eray Soysal' a; benimle birlikte toplantılara katılan sevgili Aslıhan Ağralı' ya; 10 aylık çalışma sürem boyunca yardımlarını esirgemeyen sevgili stajyerlerimiz Batuhan Dalcı ve Cansu Dengey' e; Evimizinherşeyi.com' daki çalışmalarımı her zaman takdir eden Sevgili Müge ve Turgay Ağralı' ya son olarak ilk iş deneyimimde patrondan ziyade bana öğretmenlik yapan, mentor gibi yol gösteren ve hepsinden ötesi ailesinden biriymişim gibi benimle yakınlık kuran Sevgili Aslı Gökdere' ye çok teşekkür ediyorum.




Betül KARA

13:21
3 Eylül 2010, Cuma

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Hey Starbucks neler oluyor dostum?

Starbucks=Lovemark. Bu benim için epeydir böyle süregelen bir şeydi. Her zaman da birçoklarına karşı sanki marka benim babamın oğlununmuş gibi de savundum. Özellikle "amerikancı" marka oğlum, hepiniz özentisiniz, deyip yine o dönemler Mc Donalds' lardan çıkmayan arkadaşlarıma karşı çok daha fazla savundum. Çok platformda emparyalizme karşı olsam da iş Starbucks'a gelince kavram benim için memnuniyetle değişiyordu. Çünkü marka beni çok iyi anlıyordu.


Starbucks' a karşı birçok insanın düşüncesinin aksine daha farklı bir bakış açım olmuştur. Bendeki algısı müşterisine evinden sonraki en rahat ortamı yaratan bir marka şeklinde oldu gerçekten de. O sebeple kahvemi içeceksem tüm diğer markalardan ziyade hep Starbucks'ı seçmişimdir. Hangi Starbucks' lara gitmedim ki? İstanbul'dan başlarsam eğer; Bebek, Kanyon, Sun Plaza, Ömür, Yeşilköy Fly Inn, Bakırköy Town Center, Bakırköy Carousel, Bakırköy Capacity, Taksimdeki 3 ayrı şubesi ve The Marmara Oteli, Kadıöy Rıhtım, Bahariye, Moda, Bağdat Caddesindeki 3 ayrı şubesi, Nişantaşı cadde üzeri ve City's, Kadıköy Natilius, Beşiktaş, Astoria (ve aklıma gelmeyenler olabilir); Adana Ziyapaşa, M1 AVM ve son olarak Erasmus yaptığım sıralarda Karlsruhe' deki tek şubesi şimdiye kadar ziyaret ettiğim Starbuckslardır. Hele ki Almanya'daki Starbuckstayken kendimi Türkiye'de gibi hissederdim en sevdiğim yerlerden biriydi. Ders çalışırdık çok rahat.

Hiçbir zaman ukalalık yapmayan enerjik çalışanları ve sunduğu kusursuz hizmetiyle gönlümü fethetmiştir. Bu algımın sebeplerinden biri de 3. sınıftayken "barista" olarak çalışmak için başvurduğumda oluşmuştu. İlk görüşmeyi merkez ofiste yaptıktan sonra 2. görüşmemizi bir mağaza yöneticisiyle gerçekleştirecektim. Benimle tam 45 dk. lık bir görüşme yapmıştı mağaza yöneticisi. Bu o kadar hoşuma gitmişti ki. Önce "alt tarafı kahve yapıp onu satacağım, hadi bilemedin masa toplayacağım" diye düşünmüştüm. Ama işte tüm bu lovemark meselesinde olayı böyle hafife almamaktan geliyordu bence. Müşterisine en uygun servis elemanını bulmak onların en birincil işiydi. Bu sebeple benimle 45 dk. lık yaptıkları görüşme aslında müşterilerine saygıdan geliyordu belki de en fazla.

Her daim bu şekilde düşündüğüm, en ufak bir arzumu itiraz etmeden yerine getiren marka bugünlerde karşıma görmek istemediğim bir biçimde çıkıyor. Geçen pazar Elif' le en sevdiğimiz Starbucks' a  gidelim dedik, Tünel'dekine. O da neydi öyle. Israrcı mı ısrarcı bir kız kasada. O sosu ister misiniz? Şunu yemek ister misiniz?  Bilemiyourm belki çoğu mağazada bu yapılıyor ama o arkadaşın tavrından rahatsız olduk. Sadece ben de değil Elif de aynı şeyi düşünmüş. Ve tuvaleti de şimdiye kadar hiç görmediğim kadar pisti. Hep takdir ettiğim yanlarından biri de buydu. Ne kadar yoğun olursa olsunlar hep temiz tuvaletlere sahip. Masalar her daim derli toplu. Her şey üst üste gelir ya. Oturduk masaya biz söylemesek kimsenin gelip alacağı yok bizden önceki boş kahve kutularını, yenilmiş yarım bırakılmış yiyecekleri. Bir müddet sere serpe durdu önümüzde. Alışkın olduğumuzdan hemen toplanmasına önce ses etmedik tabi ki. Eh sonra seslenmek zorunda kaldık. O kadar da olur canım derken bugün yine The Marmara' daki Starbucks' ın tuvaleti de görülmeye değerdi. Bana nefret ettiğim Burger King, Mc Donalds tuvaletlerini anımsattı ve bildiğiniz üzüldüm. Çünkü bu isimlerini dile getirdiğim diğer iki markada bu durumu herkes tarafından kanıksamış görünüyor. Ama açıkçası ben bu durumu kanıksamayı Starbucks' ta hiç mi hiç istemiyorum. Diyorum ya evimden sonraki en rahat ikinci adres benim için. Hem öyle çok kolay gönlümü bir markaya veren biri de değilim ki ben. ):


Bu konuyu düşünüyordum bir süredir. Acaba lovemark yaratmak her zaman güzel bir şey değil mi? Müşteri çok mu beklentiye giriyor? Sonuçta bir marka hele ki Starbuck gibi bir dünya devinden bahsediyoruz burada illaki yönetimi güçleşmeye başlayacaktır. Benim anlayamadığım bunca yıldır tek kötü deneyim yaşamadığım dostuma bugünlerde neler oluyor?

Not: Dün itibariyle (13 Eylül 2010) yukarıda adı geçen Starbucks mağazalarından The Marmara Otelinin altındaki mağazaya yolum düşmüş oldu. Sanki bir şeyler düzenlenmiş gibi. Özlediğim güler yüzlülükteki Starbucks Baristaları ve olabildiğince temiz bir tuvalet. Buna çok sevindim. Zira şu an Starbucks Deneyimi adında bir kitap okuyorum ve fikirler silsilesi içinde başım dönüyor ve orada yaşanan tutkuyu ben kitabı okurken yaşıyorum.Tüneldeki mağaza için tekrar ek yapacağım. (:


Betül KARA

23:50
2 Ağustos 2010, Pazartesi
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...