19 Ocak 2011 Çarşamba

Bir Keresinde..

Bir keresinde çok kırıldım,
Hüzün döküldü yerlere..
Basmamak için üzerine,
Adımlarımı dikkatli attım..

Bir keresinde nefret ettim,
Öfke çöktü gökyüzüne..
Kötülük yapamam diye,
Nefes almaktan vazgeçtim..

İnince en derinlere,
Fazladan bile çok sevmekti,
Kötü hissetmelerin sebebi..
Ama sen gittin ya bir keresinde,
Her şeyi bilen ben,
Ne yapacağını bilmez halde,
Sensizliğe tutunamadığından,
Çökmüş bir harabe..

Oğuzhan Ontürk


Canım Ozzyciğimi uzun zamandır göremiyorum. Yaklaşık olarak Taksim'deki Mano kapandığından beri diyebilirim. Kendisiyle Facebook'ta şiirlerini paylaştıkça iletişim kurar oldum. Ne kadar kötü bir arkadaşım tanrım. Bu paylaştığım ise son şiiri. Sizin de beğeneceğinizi umduğum tüm şiirlerine buradan ulaşabilirsiniz.

Mutlu Günler...

Betül KARA
10:40, Çarşamba
19 Ocak 11

18 Ocak 2011 Salı

Balkonları da İçeri Aldık

Çocukluğum İskenderun'da geçti. İnanılmaz güzel günlerdi. Sanki bir sahil kasabasında yaşamak gibiydi. Babamın işi dolayısıyla İskenderun Demirçelik Fabrikalarının lojmanlarında oturuyorduk. O kadar güzel bir sosyal ortamı vardı ki o sitenin, hiçbir zaman unutmayacağım anılarımız, dostluklarımız oldu orada. Dedim ya çocukluk, ergenlik orada atlatılınca tadı da anlamı da başkadır benim için.
Bizim oturduğumuz blokların kocaman balkonu vardı. Limanı gören manzarasıyla muhteşemdi. Yaz kış salonun balkona açılan kapısı açık olurdu. Baharla birlikte kahvaltımızı balkonda yapmaya başlardık. Çiçeklerimiz özellikle babamın sikaslarının mabedi gibiydi. Apartman hayatının bu küçücük balkonla değiştiğini gördüm. Şimdi daha iyi anlıyorum annemlerin neden kendi yaptırdıkları bir bahçeli ev istediğini. Sanki bir nefes alma noktasıydı bizim için o balkon.Evimizin bahçesiydi.

Bakıyorum da bugünlerde dünya ne kadar büyüyorsa, sınırlar ne kadar ortadan kalkıyorsa da biz o kadar kendi içimize dönmeye başlıyoruz. Evlerimiz yuva olmaktan çok kendimizi korumaya çalıştığımız birer hücre olmaya başladı sanki. Çoktandır balkonları içeri almaya başladık. Sanki hapishanelerimizi biraz daha büyüterek bu keşmekeşten kurtulacağımızı düşünüyoruz. Oysa bana göre bir evi ev yapan balkonuydu en çok.  Dış dünyaya açılan kapısı. Çamaşırlarımızı astığımız, menekşeleri yetiştirdiğimiz, sokaktan gelen çocuk bağırtılarının, komşuyla balkondan balkona yapılan sohbetin, otomobil seslerinin kulağımıza çalınmasının asıl sebebi hep balkonumuzdu sanki. Balkonları kaldırdık dış dünyayla olan iletişimimizi kestik. 


Biz ne zaman bu kadar kırılgan, bu kadar savunmacı, bu kadar korkar olduk dışarıdan? Balkonları neden öldürdük? Kafesimizi biraz daha genişletmek için mi? Balkona çıkıp gökyüzüne özgürce bakmak, balkondan sarkmak varken neden bir camın arkasına sığınmaya başladık?

İnatla balkonlarını yaşatan insanlar: Siz pek güzel insanlarsınız... Hepinizi çok seviyorum.

Not: Yazıyı yazarken İskenderun'u ne kadar özlediğimi fark ettim. Fotoğraflarını paylaşmak istedim.

Betül KARA
21:23, Salı

18 Ocak 2011

16 Ocak 2011 Pazar

When I am Sad...

Aglaia Mortcheva bir illüstrator. Aglaia' nın bayıldığım "When I am sad" videosuyla geçen sene tanışmıştım.
Ne zaman kendimi kötü hissetsem bu videoyu izlerim. Tüm video boyunca hayatta sıkıldığı şeylerden bahsediyor. Ve verdiği detaylar o kadar hoşunuza gidiyor ki tekrar tekrar izlemek istiyorsunuz. Bu çirkin küçük kız kendimi iyi hissetmemi sağlıyor...

Aglaia' nın kendisinin seslendirdiğini sandığım videoyu paylaşmak istedim sizinle. Söylediği sözler hemen aşağıda.



When I'm sad i walk around
I sit around
I lie around
- what are you doin’
- nothing, just dying
When I'm sad I want to be wallflower in dissapper
I want to hybernate with the bears
When I'm sad everything seems so complicated
I look down from high places
I collect poisonous mushrooms
I take long baths
I want to go back to my mother’s womb
When I'm sad I drown everything in tears
When I'm sad I feel ugly
I want to go to space, I hope aliens will destroy earth
I think everything is stupid, birds are stupid, umbrellas are stupid, rain is stupid

When I'm sad, I wear all black
I feel extra extra extra mean
I hate christmas, halloween, and birthday parties
I like to sit alone in the dark
When I'm sad, I want to run away
I want to live on a deserted island,

Then I go and see a shrink and the shrink says blah blah blah blah blah
and I think, guillotine is a very good idea

Then one morning I wake up and I feel fine
I go out and everything seems beautiful
I walk around, I sit round, I all lie around
- what are you doin’
- nothing, just being happy

The End...


İyi haftalar...

Betül KARA
01:20, Pazartesi
17 Ocak 2011

14 Ocak 2011 Cuma

Kanatılmış Sözcükler Kitabı

Bugün readerımı okurken nefis bir yazıyla karşılaştım. Çok kıskandım. Öncelikle yazıyı görmeme vesile olan Mumin Erakbaş' a teşekkür ediyorum. Ardından da bu yazıya blogunda yer veren Cansu Köseoğlu'na...

Yazı Süveyda Ölüdeniz' e ait. Süveyda, 35 yaşında Çanakkale’den katıldığı farklı bir öykü yarışmasında birinci seçildi. ‘Kanatılmış Sözcükler Kitabı’ adlı öyküsünü ve onu farklı kılan; Şizofreni Dernekleri Federasyonu tarafından şizofren hastaları arasında düzenlenen bir yarışmada birinciliği alması. Çok fazla sözle sizi yormadan hikayeyi paylaşmak isterim.

Ben deli değilim
Benden başka herkes deli olduğu için beni deli zannediyorlar
İnsanın kendi olabileceği tek yer akıl hastanesidir sanırdım, yanılmışım
Delirmeye bile hakkınız yok burada
Tımarhane delirme hakkının kutsandığı mabed değil midir?
Değilmiş

İnsan tımarhanede bile delirme hakkını elde edemiyorsa ölsün daha iyi
Ben size ve kendime rahatça dil çıkarabilmek için burada değil miyim?
Bunun için kapatmadınız mı beni buraya?
Elektro şoklar tersini söylüyor bunun
Hasta bakıcının suratını görmem elektro şoka girmeme yetiyor da artıyor bile
Şehir ceyranını boşa harcamayınız efendim
Hayatım boyunca kendim olabileceğim bir yer aradım
Bu yelpazem insanın yüzü oldu bazen sevdiğim bir kitapta altını çizdiğim bir cümle bazen ölüler gibi haftalarca susmanın saltanatını yaşamak bazen de denizin köpürdeyen mavi kaosunda eritmekti gözlerimi
Ama yetmedi
Sonuna kadar kendim olmak istedim
Evreni kanatmak pahasına
Sanatı denedim otoriteye karşı çıkanların birbirine karşı imgelerle iktidar olma çabası
Polis olun efendim daha saygın
İnsanın kendi olabileceği tek yer gece ve kalbidir dedim
Sonra insan yalnızken kendisidir diye de uzattım
Ama insanın ruhuna o izinsiz girişleri yok mu beni delirtiyor
Sevgilim beni ne kadar seviyorsun
Felsefe yapma aşka gel kendine gelirsin der
İnsanları olduğu gibi kabul et mutlu olursun lar ve bunun gibi
İnsanları olduğu gibi kabul edersem bu savaşları bu gizli sömürüyü bu öldürücü şiirsizliği de kabul etmiş olmaz mıyım?
Bu hem İsa’ya hem Edip Cansever’e hem kendime yeni doğan çocuklara ve gökyüzüne ihanet etmiş olmaz mı?
Hepimiz deliyiz
Akıllı taklidi yapmayı bıraktığımız anda tımarhaneye kapatılırız
İnsanlar akıllı taklidi yapmakta ne kadar usta tanrım
Bense akıllı taklidi yapmaktan bıktım
Normal olmaya çalışmak deli olmaya çalışmaktan daha zor
Beni kimin delirttiğini gerçekten merak ediyorum
Babam olabilir diyorum, lise ikide beni derste kuşumla oynarken yakalayan son Osmanlı padişahı tarihçi dördüncü Ali Bey’de olabilir
Aşk inlemelerimi sürekli dedirten Aysel de olabilir beni delirten
Kısacası beni insanlar delirtti diyebilirim
Beni insanların çıldırtmasındansa gökyüzünün çıldırtmasını isterdim
Karanlık yağmurun müziğiyle
Beni çıldırtma hakkını insanlardan geri almalıyım
Beni buraya kapattıran son çılgınlığımı anlatacağım
İntihar fikri gene tanrım olmuştu
Aynadaki yüzüme tükürüp silahımı aldım ve mahallemizdeki büyük çukurca camisine gittim
Caminin tavanına iki el ateş edip namazı böldüm
Gerginlik caminin duvarlarını patlatacak kadar büyüktü
Fazla vaktinizi almayacağım
Haklı olarak aşırı öfkelenip üzerime saldıran bir dindar bacağımdan vurup suküneti sağladım
Şair Mendoza’nın “Acı Çekene Saygı” şiirini okumaya başladım
Tanrıyla aynı fikirde değilim
İntihar edenlerin cehenneme gideceği konusunda
Kainatın yaratılışına katılmaktan
Bıktığında ruhum
İntihar edeceğim bende denenmemiş bir yolla
Ben ateist değilim
Babasıymış gibi tanrıya küsen bir çocuğum
Eğer tanrı intihar edenleri ve Nietzsche’yi
Cehenneme gönderirse cehennemde yanmayı tercih ederim bende
Ben tanrı olsam
Peygamberler göndermez direkt konuşurdum insanlarla
Ben tanrı olsam intihar ederdim insanlarla birlikte acı çekmeyi öğrenemediğim için
Sessizlik ağır bir kaya gibi hepimizin üzerine çökmüştü
O sırada cemaatten yaşlıca bir adam bana doğru yürümeye başladı
Dur dedim dur, dinle beni
Allah’ın kendin olduğunu anlayıncaya kadar hep acı çekeceksin dedi usulca
Bu sözleri dikenli bir çalı gibi saplanmıştı içime ama acıtmıyorlardı
Sonrası buradayım işte
Dışardayken bir söz vermiştim kendime
Onlar ne yaparsa ben tersini yapacağım diye
Onlar sanattan mı nefret ediyor
Ben inadına Mozart dinleyeceğim
Ölü yazarlarla dostluk kuracağım
7.Mühürü, Son Baharı ve Seven izleyeceğim
Sonuç, insanın tanrıya inancını kaybetmesinden daha kötü olan bir şey varsa o da insanlığa olan inancını kaybetmesidir
Siz insansanız ben insan olmayı reddediyorum
Deli olmam güllerle birlikte açmama, zamanın dışına taşmama engel değil
Burada delilerin söz söyleme özgürlüğünden bol bol yararlanıyorum
Geçen gün bağırmaya başladım
Deliliğini topluma kabul ettirebilene dahi derler, ben ettiremedim tımarhanedeyim
Güldüler
Deliliğiniz sizi özgürleştiremiyorsa hala akıllısınız demektir dedim
Güldüler
Şehir ceyranına bağladılar beni
Güldüler
Zaman geçti
Aklın fazlası cehennem dedim
Güldüler
Artık çıplakken hiçbir şey söylemiyorum
Kişiliklerim birbirleriyle yaşamayı öğrendi
Gidecek başka bir bedenleri olmadığını da anladılar en sonunda
Buradan çıkmama az kaldı
Geçen de kendi kendime Cemal dedim Cemal ismim Cemal bu arada
Hayatı güzelleştirmek istiyorsan dünyanın en tehlikeli şeyini sevmeyi öğrenmelisin
İnsanı
Buna kendini sevmeyi öğrenmekle başlayabilirsin
Hak verdim Cemal’e güzel konuşuyordu, inandım ona
Yeryüzünde insanlar tarafından kanatılmamış hiçbir sözcük olmadığını bilsem de dünyaya aşık olmayı yeniden deneyeceğim Cemal’e
borcumu ödeyeceğim
Az kaldı bekleyin




Not: Bold olarak belirtilen satırlar hem anlatım olarak hem de taşıdıkları anlam bakımında kıskandığım cümlelerdir. Keyifli hafta sonları...

Betül KARA
02:16, Cumartesi
15 Ocak 2011

13 Ocak 2011 Perşembe

İkuynen Taystelu (Sonsuz Mücadele)

Sonsuz Mücadele, Fin yazarı Johannes Linnankoski tarafından yazılmış bir tiyatro eseri olarak geçer Beyaz Zambaklar Ülkesi'nde. Oyunun başkarakterleri Adem, Havva, Habil, Kabil ve eşleri, İblis ve pek çok şeytandı.

Oyunda Kabil beklenenin aksine zalim bir kardeş katili olarak ele alınmamış davasının arkasında bir insan olarak gösterilmiş. Kabil, her baskıyı devamlı protesto eden, üzerine gelen gerçekle uzlaşmayan, kendine özgü bir Prometheus'tur. Kabil hayatın her darbesine boyun eğen bir koyun olma yeteneğine sahip değildir.

Kabil yaratıcı hislere sahip olduğunu hisseder, kendine inanır ve dünyanın ve insanlığın geleceği için bütün gücüyle savaşmaya hazırdır.

Çakan şimşekten yerler titrerken ve şimşeğin ışığından sanki bütün gökyüzü yanarken, herkes korku ve endişe içinde yere kapanır. Sadece Kabil meydan okurcasına başını kaldırıp, yerinde sağlam durur.

Habil'e, kız kardeşlerine, hatta annesiyle babasına şöyle der:

-Yeryüzünün küçük, zavallı solucanları, siz sadece sürünebilir ve titreyebilirsiniz. Korkunun çocukları olduğumuz için dini de devamlı korku, titreme, şikayet ve dinlenme olarak algılıyorsunuz. Eğer siz ruhen de gerçekten Yaradan'ın çocukları olsaydınız, yere kapanmak yerine yukarılara uzanarak, büyüyerek, kendiniz birer hayat yaratırdınız.

Bir tek ailesi tarafından anlaşılmayan, korkuyla büyütülen Kabil acı çeker; şüphelerle, başarısızlıklarla savaşır. Bu arada cenneti kaybeden ailesi, geçmiş parlak günleri için üzülürken, Kabil parlak gelecek günleri hayal eder.
...

Bir gün Tanrı hakkında tartışırlarken, Kabil dayanamayıp kardeşini öldürür. Ve dehşet içinde kalır. Fakat bu cinayet ona mücadelenin ne kadar farklı yönleri olduğunu gösterir, hem iç hem dış bağlamda. Sonsuz mücadele . Kültürün ışığı ve kültürsüzlüğün karanlığı ile olan sonsuz bir mücadele...

Not: Şu an okumakta olduğum Grigoriy Petrov'un Beyaz Zambaklar Ülkesinde adındaki kitabından altıntıdır. Metindeki bold ve italik yazılmış yerler benim dikkat çekmek istediğim yerlerdir.
Kitap Atatürk'ün askeri okulların müfredatına konulmasını emrettiği kitap olarak bilinmektedir. Kitap adı geçen Beyaz Zambaklar Ülkesi Finlandiya'dır.




















Betül KARA
20:46, Perşembe
13 Ocak 2011
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...